E-Kitap Palm tutan Muteferrika
Kitap Uğursuz Miras
Dosya tipleri: [PDB]  [PDF]
Roman
Yazar: E. T. A. Hoffmann
Yayın: Şubat 2001

  HOFFMANN ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
 

  On sekizinci yüzyıl sonu ve on dokuzuncu yüzyıl başlarının dünya olayları Almanya'ya yeni bir atılım için büyük olanaklar vermişti. Ulusların tarihinde bu gibi toplumsal ve felsefi coşku anlarında büyük şairler yetiştiği her zaman gözlemlenen bir olaydır. İçinde bulundukları olağanüstü durum, yetenekli kimseleri kamçılar ve onları deha düzeyine kadar ulaştırabilir. Bunun bir sonucu olarak Büyük Devrim'in ve özellikle Napoleon savaşlarının sahnesi olan Almanya'da, dünyanın bu dönüm noktasında, Alman devlet ve siyaset adamlarının ve onları izleyen Alman ulus ve halkının katılımı Almanya'da yer yer büyük güçlerin belirmesine neden oldu.
  Bu belirişlerin en renklisi, en garibi, en şairanesi ve kesinlikle en zarifi -ancak Novalis şiirde onun gücüne erişebilmiştir- Doğu Prusya eyaletinin merkezi olan Königsberg'de doğan Ernst Theodor Willhelm Hoffman'dır. Bu yazarı herkes küçük adlarının ilk harfleriyle tanır ve bunlar da E.T.A.'dır. Çünkü Hoffmann, müziğe ve müziğin en zarif ve duyarlı dehası Mozart'a duyduğu hayranlığın onuruna, adlarının arasına Amadeus adını da katmıştır. Ve böylece tam adı Ernst Theodor Willhelm Amadeus Hoffmann olmuştur.
  Hoffmann'ın anne ve babası da garip insanlardı. Oğullarıyla hiç ilgilenmeyip ona hiç bakmadılar. Küçük Ernst'i dayısı büyüttü. Ona güzeli, zevkliyi, zarifi, doğruyu öğretti. Hoffmann hukuk öğrenimi yaparak ve devlet memuru oldu. Posen kentinde görevli bulunduğu sırada dili ve resimleri yüzünden başı belaya girdi. Posen'de kendi üstleri hakkında yazı ve çizgiyle bazı karikatürler yaptı. Bu durum hoşa gitmedi ve Hoffmann memurluktan çıkarıldı. O da Varşova'da kaldı. Ancak, 1806 yılında Napoleon Almanya'ya karşı büyük zaferlerini kazanmıştı ve Prusya İmparatorluğu tam bir karmaşa içinde bulunuyordu. Bu sırada zaten pek sevilmeyen bir memura, Hoffmann'a yeniden görev verecek durumda değillerdi.
  Kendisine bir gelir kaynağı olan devlet kapısının bu biçimde kapandığını görüp devlet memurluğu beklemenin boşuna olduğunu anlayınca, Hoffmann, ruhundan taşan sanatı geçim yolu olarak kullanmaya karar verdi ve Bamberg'e giderek orkestra şefliğine başladı. Sonraları yine orkestra şefi olarak Leipzig'de ve Dresden'de çalıştı. Bir yandan da dergilerde, o zamanlar çok ilgi gören almanaklarda şiirler, öyküler ve denemeler yazıyordu. 1816 yılında Prusya İmparatorluğu kendisini yeniden memurluğa aldı ve Berlin'e çağırdı. O zaman artık Hoffmann tanınmış bir yazar ve müzisyendi. Aynı yıl dostu La Motte-Fouqué'nin "Undine" adlı romanından alarak bestelediği opera Berlin'de oynandı ve bu tarihten sonra Hoffmann Berlin'e yerleşti.
  Hoffmann, Fouqué ve Chamisso gibi dostlarıyla buluşuyordu. Onlar bu buluşmalara "Serapion geceleri" diyorlardı. Ayrıca Hoffmann zamanının dahi aktörü Ludwig Devrient ile Lutter ve Wegener meyhanelerinde bir araya geliyor ve sabahlara kadar içiyordu. Sarhoş olarak eve döndüğünde, düş gücünün yarattığı uydurma düşlemleri canlı insanlarmış gibi görüyordu. Ancak bilincinde hiçbir bozukluk yoktu, olmadı da. 1822 yılında elli altı yaşındayken veremden öldü.
  Kitap olarak ilk yapıtı 1814 yılında, Bamberg'de bulunduğu sırada bu kentte yayınlandı. O zamana değin çeşitli dergilerde çıkmış olan bazı öykülerine çıkmamış olanlarını da katarak yayınlanan bu ilk yapıtına "Callot Biçeminde Düşsel Parçalar" adını vermişti. Öykülerden ve denemelerden oluşan bu yapıtı, Hoffmann'ın müzikten ne denli anladığını, onu ne denli sevdiğini ve ne denli ustaca anlattığını, ayrıca özellikle Mozart ve Gluck'un büyük inceliklerini nasıl bildiğini göstermesiyle dikkat çekmektedir. Hoffmann bütün bu bilgileri müzisyen Johannes Kreisler'e söyletir.
  1815 yılında da ilk büyük romanını okuma olanağı oldu. "Şeytan İksiri" iblisin pençesine düşen zavallı bir Kapüsen papazının başına gelenleri anlatır. Papaz, iblisin sayesinde büyük bir vaiz olur, ancak ahlakça her gün biraz daha düşer. Kendisi bu durumun farkında değildir. Ama günün birinde cinayet işleyince gözü açılır ve tövbe ederek Tanrı'dan günahının bağışlanmasını diler. Bu romandan sonra yazdığı ve gerçek yaşam çözümlemeleriyle delilik arasında geçen "Gece Parçaları"; korkunç umacı, hayalet ve ecinni öyküleri içeren "Kumcu" ve "Yurtluk", Şeytan İksiri'nden çok daha fazla tedirgin edici romanlardır.
  1816 yılı, yani uzun bir ayrılıktan sonra Hoffmann'ın yeniden devlet memurluğuna girdiği yıl, yazarın müzisyen olarak en büyük başarısını elde ettiği yıldır. Dostu La Motte-Fouqué'nin yazdığı "Undine" adlı romandan Hoffmann bir opera bestelemiş ve bu operası Berlin'de oynanmıştır.
  1819 yılında "Küçük Zaches", "Zinnober" adıyla da tanınan yapıtı ve hemen ardından, en yetkin kitabı olan "Serapion Kardeşler" yayınlandı. Bilindiği üzere, Hoffmann ve arkadaşları toplantılarına "Serapion Geceleri" adını verirlerdi. Gazetelerde, almanaklarda, dergilerde yayınlanmış olan birçok büyük öyküsünü, dostlar arasındaki bir söyleşiyi çerçeve gibi kullanarak bu ad altında toplamış ve yayınlamıştı. Bu yapıtında özellikle dikkate değer olan parçalar "Fıçıcı Martin Usta ve Çırakları", "Artus Avlusu" ve "Matmazel de Scudery"dir. Biedermeier dönemindeki Berlin'i betimleyen "Yeğenimin Pencere Kenarı" adlı küçük öyküyle Hoffmann Berlin yaşamını ilk kez betimleyen şair olmuştur.
  1820 yılı Hoffmann'ın büyük romanlarının en güzelinin okurlarına sunulduğu yıldır. Hoffmann'ın pek çok marifeti olan bir kedisi vardı. Onu kendi eğitmişti. Kedinin hünerlerini ele alarak dünya görüşleri üzerine bir kitap yazdı. Kitabın asıl kahramanı müzisyen Johannes Kreisler'dir. Kedinin düşünceleri, müzisyenin başına gelenler ve bunlar karşısındaki tepkiler romanda birbirine karışır. Kitabın adına herkesçe kısaca "Murr Kedi" denmektedir.
  Yazarın son yapıtı "Meister Floh" bazı siyasi eğilimler taşıdığı için Hoffmann'ın başını belaya soktu. Bütün memurluk yaşamı boyunca çok çalışkan ve düzenli bir memurdu. Hatta demagojiye karşı olduğunu da resmen ilan etmişti. Ancak üst makamlar, her nedense, kendisini sevmezdi. Ve bu son kitabı yüzünden kovuşturmaya uğradı.
  Bu yazıyı bağlarken Hoffmann'ın yazın ve dünya görüşünü kendi diliyle özetleyen bir parçayı aynen çeviriyorum. "Murr Kedi"nin önsözlerinden birinde yazar şöyle der:
 

  "Utana sıkıla, yüreğim çarparak, aylaklığın, şairane heyecanın tatlı saatlerinde ruhuma dalga dalga dolan yaşamı, acıyı, umudu, özlemi gösteren sayfalardan birkaçını dünyaya devrediyorum.
  Eleştirinin haşin, egemen kürsüsü karşısında dayanabilecek miyim? Ama ben, sizler için, siz duyarlı ruhlar için, siz saf çocuk mizaçlı insanlar için, siz bana yakın vefalı yürekler için yazıyorum. Gözlerinizden akan tek damla yaş beni avutacak ve hiçbir şey duymayan eleştirmenlerin soğuk horgörülerinin açtığı yarayı iyileştirecektir!"
 

  Hoffmann'ın romanları Alman coşumculuğunda Goethe'nin, Schiller'in tragedyalarının yanında yer alan ve Alman Coşumcu Okulu'na haklı ününü kazandıran yapıtlardır.
 

 

  UĞURSUZ MİRAS
...

  Adelheid da bu sözleri yalnızca benim için söylemişti; ama o anda bana, Barones'le bir ağlatıyla, ancak bir cinayetle bitebilecek olan yasak bir ilişkide bulunuyormuşum gibi geldi. Yaşlı amcamın uyarıları ağır ağır yüreğime yüklendi. Şimdi ben ne yapmalıydım! Barones'i bir daha görmemek mi? Şatoda kaldıkça buna olanak yoktu, şatodan ayrılıp K...'ya gitmek de elimde değildi. Ah! Beni bir masal gibi sevda mutluluğuna boğarak benimle eğlenen bu düşten silkinip kendimi kurtaracak güçte olmadığımı pekâlâ duyuyordum. Adelheid'a neredeyse aşağılık bir aracı kadın gözüyle bakacaktım. Bu yüzden onu küçük görmek istiyordum; fakat aklımı toplayarak bu saçma düşüncelerimden yine kendim utanıyordum. Seraphine ile hiç olmazsa görenek ve kuralların izin verdiğinden daha yakın bir ilişki doğurabilecek o mutlu akşam saatlerinde neler olup bitecekti? Barones'in bana karşı bir şeyler duyduğunu nasıl aklıma getirebilirdim? Bununla birlikte durumun bütün tehlikesini de anlıyordum.
  Sofradan erkence kalkıldı; çünkü şatonun bir hayli yakınlarında, çam ormanında görülen kurtlar avlanmaya gidilecekti. Bu av, içinde bulunduğum heyecanlı ruh durumuna çok uygun geliyordu. Yaşlı amcama avcılarla birlikte gitmek istediğimi açtım. Hoşnut hoşnut gülümsedi ve şöyle dedi:
  - Senin de bir kez olsun birlikte gitmen uygun olur. Ben şatoda kalıyorum. Tüfeğimi alabilirsin. Beline de av bıçağını tak, eğer insan soğukkanlılığını korursa, tehlike anında güvenilir bir silahtır.
  Ormanda kurtların bulunduğu söylenen bölge, avcılar tarafından çevrildi. Hava son derece kuru ve soğuktu. Rüzgâr çam ağaçları arasında uğuldayarak esiyor ve parlak kar parçalarını yüzüme gözüme atıyordu; karanlık büsbütün bastığında, ancak altı adım ilerisini görebiliyordum. Soğuktan her yanım donmuş bir durumda, bana ayrılmış olan yerden ayrıldım ve ormanın daha içlerinde kendimi koruyacak bir yer aramaya çıktım. Burada tüfeğim koltuğumun altında bir ağaca yaslandım. Avı unuttum, düşüncelerim beni, Seraphine'in içten odasına götürdü. Çok uzaktan, tüfek sesleri geliyordu. Aynı anda sazlar arasında bir hışırtı oldu ve benden ancak on adım ilerde, kaçmak isteyen kocaman bir kurt gördüm. Tüfeğimi omuzladım, ateş ettim. Vuramamıştım, hayvan kıvılcımlar saçan gözlerle üzerime atıldı, eğer ...
...

 
 
Anasayfa
 
 
E-kitap
 
E-öykü
Bilgi